top of page

Güneş ve Ay'ın bir hikayesi


Güneş ve Ay’ın bir hikayesi;


Göklerde, ilahi katlarda ilahi olunca haliyle ilahi bir aşk yaşayan bir çift varmış. O kadar birbirlerinden ayrılmazlarmış ki bunlar, aslında 2 ayrı sevgiliden çok tek bir varlık gibiymişler. Birlikteyken biri olmasa öbürü var olamazmış. Aslında farklı Dünyaların insanlarıymışlar (insan değiller tabi ama lafın gelişi işte..). Ve sadece bir arada iken var olmanın bir yolunu bulmuşlar.


Güneş’in varlığı ile Ay’ın varlığı o kadar farklıymış ki, bir arada olabilmeleri için Güneş’in Ay’ı bir şekilde yaşatması ve canlı tutması gerekiyormuş. Ve onu kalbine yerleştirmiş, onu canlı tutarsa hem Ay yaşayacak hem de Güneş’in kalbi olduğu için artık Güneş de Ay ile bir arada yaşayan bir canlı olabilecekmiş. Güneş kalbi attıkça o kalbinde kadar mutlu ve canlıymış ki hem kendi ışıkları, hem de capcanlı kalbi olan Ay’ın ışıkları canlılık, yaşam saçıyormuş. Dünya’da ki varlıklar bu canlılığın şahidi ve kanıtı olmuşlar. Her gündüz ve gecede bu canlıdan can buluyorlarmış ve Güneş’in kalbi gibi canlanıp onlar da ışıldıyorlarmış. Dünya Ay’ın ışığı altında Güneş’in kalbi olmuş..

Aslında yaşayan her şey, ışıldayan her şey, tüm Güneş sistemi böylece kalbi olan bir canlı gibiymiş. Ve Dünya’dakiler diğer gezegenlerdekilerden belki de daha şanslılarmış, çünkü her gece bu kalbe şahit olup onu bizzat görebiliyorlarmış. Ve her insanın kalbi de bu Ay’ın ve Güneş’in bir yansıması gibiymiş.


Tüm insanlar Güneş’in bir kalbiymiş…. Tüm insanların kalplerinin canlılığı kadar bir Güneş’leri varmış. Koca bir Güneş sisteminde her insan kadar kalpler ve ait oldukları Güneşleri varmış.

Tüm insanlığın hikayesi bu ilahi hikayenin karanlıkta oynanan milyarlara bölünmüş birer parçasıymış… O ilahi olanı unuttukça ve ışığı azaldıkça canlılığını kaybeden bir kalbin attığı bir canlıdan ibaretmiş…

Güneş’i unutmuş ve kalbi kapanmış, tüm canlılığını yitirmiş ve en önemlisi de o aşkı unutmuş faniler…

Kalp o kadar düşmüş ve parçalara bölünmüş ki, ölümü sıradan ve normal olmuş.


Oysa ilahi Güneş’e sorsan, diyeceği şey sadece şu olurdu: Ay’ım kararırsa, kalbim ölürse ben de ölürüm. Canlı olmamın, yaşamın ne anlamı kalır?


Bir gün Dünya’da yaşayan küçük kız Hande gökyüzüne bakmış ve Güneş’e bir mektup yazmış.


Sevgili Güneş,

Ben senin kalbinin bir parçasıyım ve Dünya’nda yaşıyorum. Ben senin Dünya’nım.

Ben senin kalbinim.

Ben senin kalbinim, sisteminde varlığınla can bulan ve atan. Ve sen nereye gidersen seninle orada olan.

Sen Dünya’yı canlı tutansın, sen o kalbi canlı tutansın.

Ve kalbin de seni canlı yapan.

Bu Dünya capcanlı yaşadıkça, ve sen onu, o kalbi taşıdıkça, sen ve tüm sistemin bu kalple canlı.

Benim varlığım ise senin varlığın. Benim canlılığım ise senin canlılığın.

Ben Hande senin kalbinin bir kanıtıyım. Senin canlı olduğunun bir kanıtıyım. Ve sen nereye ben oraya. Sen nereye gidersen git ben de kalbinde senle atarım ve hangisidir canlı olan? Sen mi ben mi? Sen mi bana can veren, ben mi seni canlı kılan? Ve eğer Can’da buluştuysak, burası bizim buluşma noktamız mı? Hatırlasak da, hatırlamasak da… Savaşsak da, sevişsek de.. Sadece yaşıyor olmamız bile bu aşkın bir parçası mı? Varız diyebilmek ve canlı kalabildikçe buluşabilmek mi şükretmemiz gereken? Kalbimin özünde olanı hatırlarsam seni hatırlar mıyım? Öz’ümü görürsem, kalbimi dinlersem, bana can vereni görür müyüm? Kalbimi gördüğümde O’nun da beni nasıl bulduğunu bilir miyim? O’nun kalbini sevdiği gibi kalbimi sevebilir miyim?


Ve bu kalp canlı kalmak için ve her gün daha canlı, daha parlak olmak için daha kaç günü, Güneş’i öldürmeli? Kaç Güneş sistemi, kaç dünyam bitmeli? Aslında çok önemli ve hiç de önemli değil, değil mi? Çünkü bu aşk aslında hiç bitmiyor, sadece kendini bulduğu dünyalarda her anlamda, her sistemde, her hayatta her türlü yaşıyor, ve buluşturuyor. Her boyutta, her bilinçte, farkındalıkta, her basamakta bir Dünya’da buluşuyoruz bir Ay ve Güneş olarak.


Aslında kalbini dinlemek, Ay’ı dinlemek ve onu takip ediyorsan Güneş’ini takip ediyorsun. Çünkü zaten Ay’ı, ve kalbini taşıyan O.


Ve kalbin ne kadar canlı, ne kadar az karanlık ve çok parlaksa ona denk düşen Güneş’in ve içine düştüğün Dünya’nın boyutu o kadar yüksek. Kalbini ne kadar bilirsen Güneş’ini ve içine düştüğün canlı sistemi, varoluşunu o kadar bilirsin. Ve bildiğin ne ise o kadar konuşursun… Kalpten konuşursan o kadar bilinçten konuşursun. Ve aslında daha az konuşursun. Belki susarsın ama kalbin konuşur, ancak kalbi bilen duyar elbet…





bottom of page