Son sürat durmak mı?
- Hande G
- 12 Eyl 2020
- 7 dakikada okunur
Hazır Mars’ın retroya girdiği bugünlerde hareketi düşünmek adına kendine uygun bir yazı olabilir bu aslında. Konu biraz kök çakra, biraz hareket ile başlayıp nerelere gidecek :)
Bitkiler her ne kadar hareket etmiyor gibi görünse de, aslında sadece bizim hareket anlayışımıza göre hareket etmiyorlar. Bir yere sabitlendiklerinde hareketleri yere paralel olmak yerine dikine aşağı ve yukarı yönde gerçekleşiyor. Kökler aşağı doğru ilerlerken, gövde ve dallar yukarı doğru hareket ediyor.
Biz insanların ise toprağa inen kökleri yok, ama toprakla ilişkimizde ayaklarımızı kullanıyoruz. Onlar sayesinde ayakta durup, toprak üstünde hareket ediyoruz. Tabiki de hareket kabiliyetini veren aynı zamanda aslında eklemlerimiz de, ama sonuç olarak ayaklarımız bizim toprakla temasımızda kullandığımız bir aracımız. Aynı bedenimizin de ruhumuz için bir araç olması gibi. Asıl özümüzün bu topraklarda hareket etmesi için o tabiattan bir araca ihtiyaç duyması bu. Ve ilk aracımız da, bedenimiz, ayaklarımız…
Ve belki daha teknolojinin çok gerisindeki zamanlarda bir yerden bir yere gitmek ciddi bedensel güç gerektiriyordu, ve o yüzden atlar, develer çok faydalıydı. Ne zaman ki başka araçlar icat etmeye başladık, bisikletler, arabalar ile daha hızlı yol almaya başladık. Tabiki de aklımızı kullanmış ve belli bir bilinç ile icat etmiştik bunu, ve sonra o araca binerek içinde seyahat etmeyi keşfetmiştik. Bedenden daha hızlı olabilen zihnin bedene adapte edebileceği bir araçtı bu. Ve aracı kullanan, içinde oturan o zihindi aslında.
Zihnin gelişmesiyle şeyleri taşıyabilme kabiliyetimiz, daha hızlı olabilme kabiliyetimiz de artıyordu elbet. Belki çok eskiden uzak bir şehirden mektup beklemek için 1 ay beklemek çok normalken, artık 1 hafta, 1 gün, 1 saat, hemen, beklemek normal geliyor. Eskiden 1 günde 1 yeni şehir görmek normal iken, şimdi 1 günde 10larca şehir görmek mümkün oldu. Şehirlerin yoğunluğu nasıl da azalıyor farkında mısın?
Bu şuna benziyor kendi deneyimimden bahsedecek olursam. Uçağa bindiğim zaman şehirlere, kasabalara yukarıdan bakmayı çok seviyorum. Bende yarattığı duygu ise, içlerinin neler barındırdığının bilgisinin bana o anda ne kadar uzak olduğu. Ben o an bütün kasabaya yukarıdan bakarken, o anda orada yaşayan birinin algısının ve içinde olduğu halin benim algımdan ne kadar farklı olabileceği. Şehirler, içlerindeki yaşamlar ne kadar küçükler, çoklar, ve bir yerde aynılar aslında diye düşünürüm genelde. Ve bir şehri geçmek ne kadar hızlı ve kolay aslında. Bir şeyin içinde olmak ile dışında olmak ne kadar farklı. Ve içinde iken zaman ne kadar yavaş, ve dışında uzakta iken zaman ne kadar hızlı diye düşünürüm genelde. Ve uçakla kat edilen yollar bana dünyanın aslında ne kadar küçük olduğunu hatırlatır. Belki kimine de ne kadar büyük olduğunu hatırlatıyordur kim bilir. Benim için ise yaşadığımız yerde yerlerin sadece algımızda çok büyük olduğu, çok yukardan baktığında aslında tüm özelliğini kaybettiği ve kaybolduğu duygusu.
Bu hayatta da böyle aslında. Belki küçük bir çocuk iken sokaklarda oyun oynadığın zamanlarda yan mahalleye gitmek senin için çok ayrı bir dünyaya gitmek kadar uzak idi. Sonra büyüdün bisikletin oldu biraz daha uzaklara gittin, ama kasabanın yanından geçen o koca otoban kim bilir taa nerelere gidiyordu senin için. Ve sonra büyüdün araban oldu. İşe gitmek için yollara düştün, otobana çıkmak sıradan rutin bir günün haline geldi ve sen her gün o yolları gittin geldin, küçükken gözünde büyüttüğün o yollar sıradanın oldu. Derken işler büyüdü, belki ilk defa başka ülkelere gitmeye başlayacaktın. Uçağa binip deniz aşırı yerlere uçtun. Bir günde o kıtadan başka kıtaya varıyordun. Bir günde kültür değişimi, farklı bir bilgi havuzunda buldun kendini. Sonra gidip geldikçe ve yollara alıştıkça o da daha normal gelmeye başladı belki. İnsanın zihni geliştikçe ve kullandığı araçları geliştirdikçe hareket kabiliyetini daha ustaca kullanmaya başladı. Ve bu şekilde aslında zihin de kendine daha hızlı hareket edebilme imkanı bulmuştu. Ve bunun için tek yapması gereken sadece araca binmek. Yani aslında zihnin araca kazandırdığı ve geliştirdiği özellikler sayesinde hep aracın içinde oturarak ve az enerji le yol almaya devam edebiliyor. Ve bu şekilde daha çok yol kat edebilmek aslında daha geniş ufuklara sebep oluyor aynı zamanda.
Bu aslında bedendeki sinir ağlarına da benziyor. Bedenimizde her yerimizi kaplayan sinir ağları mevcut, ve elektriksel bir ileti şeklinde bilgi her yerde akıyor. Bunu sağlayabilmesinin tek yolu ise uzun yollara sahip olması. Bilginin iletilebilme kabiliyeti ile bedenin içinde iletişim sağlanabiliyor. Bizler için de böyle. Potansiyellerimizi keşfettikçe araçlarımızı geliştirip daha hızlı yapabiliyoruz, ki aracı keşfedince yollar bol zaten. Havadan, karadan, her yerden yollarla birbirimizi daha hızlı bulabiliyoruz. Ve hızlı iletişim ile daha hızlı etkileşerek büyümeye devam ediyoruz.
Tüm bu yollar, hız vs. neden anlattım. Çünkü bir yol var, ve keşfedilmeyi bekleyen bizden büyük bir bilinç var. Ve bizler o bilincin yarattığı araçlar içinde o kadar hızlı yol alıyoruz ki, ve o kadar farkında değiliz ki bunun. O bize baktığında uçaktan bakar gibi bizi görüp ne kadar yavaş olduğumuzu ya da ne kadar o noktada durarak yaşadığımızı ve oraya kendimizi sabitlediğimizi düşünüyor olabilir. Bizler ise başımızın üstünden geçen o en uzaktaki uçakları göremediğimiz gibi bizi izleyebilenleri hiç fark etmiyoruz bile belki.
Geçen gün kafamdan kurguladığım çok saçma :) ve ama çok mantıklı bir hikayeyi anlatmak istiyorum. Upanişadlarda okuduğum, orada geçen bazı cümleler sonrası hem yakın hem uzak, hem hareketsiz hem hareketli, tam da bunu anımsatan bir hikaye. Bu hikayeyi aslında meditasyon yapmaya çalışırken, deneyimlerken ve de inzivadaki pranayama çalışmaları ve de benim geçmiş zamandan beri gelen düşüncelerimin toplamından uyarlayarak düşündüm diyebilirim.
Bir nokta varmış. Noktaya sormuşlar. Nerdesin? Napıyorsun?
Nokta demiş: Duruyorum. Bir kağıt parçasındayım. Kağıttan bir gemide duruyorum demiş.
Sonra gemiye sormuşlar: Sen nerdesin, napıyorsun?
Gemi demiş ki: Bir nehirdeyim. Önümde upuzun bir yol var, yavaş yavaş nehirde yol alıyorum demiş.
Hemen gidip noktaya söylemişler bunu. Nokta şaşırmış. Aaa gemiden başka bir de nehir mi varmış. O zaman ben geminin bir parçasıyım ve o zaman ben de gemiyim. Ben de gemi ile gemi gibi nehirde yavaş yavaş yol alıyorum demek ki demiş.
Sonra nehire sormuşlar. Sen nerdesin, napıyorsun?
Nehir de demiş ki: Ben koca bir denizde bir akıntıyım sadece demiş. Orada duruyorum, ve içinden yavaş yavaş ilerleyip denize karışıyorum demiş. Ama başım nere sonum nere bilmem, üstümde bir gemi var o da benle akıyor demiş.
Gemiye demişler, sen nehirde yavaş yavaş aktığını sanıyorsun ama bak koca bir denizde yol alıyormuşsun. Gemi bunu duyunca hemen noktaya da yetiştirmiş. Nokta iyice şaşırmış.
Aman allahım, ben duruyor sanıyordum, sonra yavaşça aktığımı anladım, ama şimdi diyorlar ki ben başı sonu bilmediğim bir denizde yol alıyormuşum meğer. Gemiye demiş ki, ben sende duruyor sanıyordum, meğer denizde mi akıyor muşum?
Sonra denize sormuşlar. Sen nerdesin, napıyorsun?
Deniz de demiş ki: Ben Dünyanın bir noktasında duruyorum.
O ona, o ona derken, noktaya kadar herkes duymuş bunu. Nokta çıldırmış. Neeee :) Hani akıyordum denizde. Dünya’da duruyormuy muşum şimdi de. Karar verin artık, duruyor muyum, gidiyor muyum, diye söylenip durmuş nokta. Hem durup hem nasıl hareket edebilirim ki diye kafası karışarak söylenmiş durmuş.
Sonra dünyaya sormuşlar. Sen nerdesin, napıyorsun?
Dünya demiş ki: son sürat hareket edip, Güneş’in etrafında döne döne onun yörüngesinde ilerliyorum.
Hemen haber duyulmuş, son söz noktaya kadar gitmiş. Nokta çıldırmış. Neee, ben en son duruyordum, şimdi son sürat daha da hızlı Güneş’in yörüngesinde mi hareket ediyor muşum. Yok daha neler. Hem de bunları durduğum yerden mi yapıyormuşum? Yahu gittikçe hızlanıyoruz, derken bir bakıyorum duruyormuşuz, sonra bir bakıyorum daha da hızlanıyormuşuz. Bu işin sonu ne olacak?
Sonra Güneş’e sormuşlar: Peki sen nerdesin, napıyorsun?
Güneş demiş ki: Samanyolu Galaksisi denilen koca bir sistemler denizindeyim demiş. Aldım bütün gezegenlerimi topladım bu galaksinin merkezi etrafında hareket edip dönüyorum ben de demiş.
Nokta çıldırmış. Sinirlenmiş. Bir karar verin, ben nerdeyim demiş. Duruyor muyum, gidiyor muyum? Hızım ne anlamadım..demiş de demiş.
Duruyorum ama durdukça durduğum mekan büyüyor ve ben duruş algımı idrak edememeye başladım çünkü içinde kayboluyorum. Anlayamıyorum. Bir de hep daha da hızlanıyormuşum. Zaten onu hiiiççç anlamadım. Sonsuz hıza ulaşabilirim belki bu gidişle. Aslında ulaşmışımdır da ben ilerde fark edebilirim yani onu demek istedim. Hep daha hızlı, daha hızlı ve daha hızlı, alan büyüdükçe daha da hızlı ve benim tek yaptığım şey teknede durup yan gelip yatmak. Nasılsa durduğum yerde gidiyorum :)
Evet, çünkü aslında her şey bir bütün ve bulundukları yere göre göreceli hızlı veya yavaş algısı var. Ve de aslında her şey durduğu gibi bir o kadar da hareket ediyor, çünkü her şey aslında birbirini kapsayarak, taşıyarak aslında sürükleniyor. Hızlı olan aslında yavaş olanı taşıyor, ve sonsuzun hiçbir parçası aslında birbirinden uzaklaşmıyor, sadece kendi içinde farklı algılarda hareket ediyor gibi duruyorlar, her bir nokta kendi idrak seviyesinde dururken aslında bütün sonsuzlukla birlikte sonsuz bir hızda ilerlemeye de devam ediyor.
Yani aslında hızlı sandıklarımız da aslında daha hızlı olanların içinde bedenlenen ve içindekileri bir nevi dururken taşıyan bir araçtan ibaret. Kök dediklerimiz de böyle olsa gerek. Bilinç farkındalık değiştikçe, köklerin tabiatı da, formu da böyle değişiyor. Ve kökler aslında sandığımız gibi duran sabit şeyler değil. Kendi içlerinde bir akışa, hıza sahipler ve daha hızlı akan bir yolun üstünde sabitçe içinde durmamızı sağlayacak ve manzaraları seyretmemize olanak sağlayacak kadar sağlamlar. Aslında bizleri daha hızlı olan bir üst farkındalık seviyesine taşımak için bizi seyre çıkarmış araçlardan ibaretler. Bazen bir ayak, bazen bir bisiklet, bazen bir araba, bazen bir uçak, bazen kim bilir ilerde uzay gemileri ve daha neler olur…
Eğer ki köklerimiz olmasaydı nasıl bu kadar yukarılara uzayabilirdik. Köklerimiz olmasaydı işi bitince dalından kuruyup düşen yapraklardan ibaret olurduk sadece. Ki belki de bir çoğumuz hala böyleyiz. Onun bile bir faydası var. Ama yolu o kadar uzun ki…Ve belki ona da gerek var…
Bana gelecek olursak,
İlk uçağa bindiğimde çok keyif almıştım. Çok mutluluk verici bir deneyimdi. Bulutlar, şehirler, her şey farklı bir açıdan görünüyordu ve dünyada yaşamak ile ilgili bilincimde ayrı bir farkındalık oluşmuştu. Derken, aradan zaman geçmiş ben başka bir zaman başka bir uçakla eve dönüyordum, ve çok kötü bir deneyim yaşamıştım bu sefer. Uçak ciddi anlamda o kadar sarsılmıştı ki, uçaktan indiğimizde herkes kendini dışarı atıp yeri öpüyordu neredeyse :) E tabi benim tüm deneyimlerim bunlar üzerine inşa olmaya başladı ve artık ben de uçmaktan gerilmeye başladım. Eskiden izlemekten keyif alırken sonra sadece gözümün ucuyla manzarayı izler oldum. Kendimi yemeğe, filmlere ve uykuya verdim. Sonra kızım olunca uçak yolculukları yeniden korkutucu olmamaya başladı, çünkü endişelenmeye vaktim kalmıyordu uçakta, çok güzel oyalanıyordum bir şekilde.
İşte insan yoldayken kendini yola veremiyorsa, pencereden bakıp nerelerden geçtiğini göremiyorsa ve nerde olduğunu bilmiyorsa ne kadar hızlı olabileceğinin de farkında değil aslında. Kendi aracının içinde kendi zihninde oyalanmaktan içine bindiği asıl aracının ve gösterebileceklerini de böyle algılayamayabilir insan. İşe geç kaldım diye arabasıyla bir telaş giden arabadaki insan o an yaa ben aslında şu an Güneş sistemiyle birlikte son sürat aslında Herkül takım yıldızında Vega yıldızına doğru gidiyorum diye düşünmüyordur herhalde :) Yaa işte aslında son sürat oraya giderken sen bir de bebek adımlarıyla işe geç kaldım deyip gitmeye çalış :)
Zihin çok güzel araçlar yaratabiliyor sen git diye, sonra sen pencereden dışarı bakmıyorsun bile, koltuğunda oturmuş oyalanıyorsun. Sonra hayal ediyorsun şuraya gitsem buraya gitsem. Bak bir pencereden, araçtasın, ve zaten gidiyorsun. Arabadaysan belki Vega takım yıldızına ters yönde bir işe gidiyorsun haberin yok, Dünyada isen üstünde nereye gittiğinin aslında bir yerde pek de önemi yok topluca nereye gittiğini biliyorsun zaten, belki pencere kenarı bir koltuk fena olmaz derdindesin sadece :)
Kısaca, topluca sürükleniyoruz, her şey aynı sürüklenen akışta, ve bir o kadar da kendi hızında.. Hızlandıkça, şeyleri aynı hizaya sokan bir yolda. Bazen yolda benzer hızlarda araçlarla da denk geliyoruz, bir an geliyor fark sıfırlanıyor ve durdum sanıyorsun, bir an pencereden bir bakıyorsun ve arabaların içindekileri bile görüyorsun.
Comments