top of page

Değerler üzerine biraz düşünmece

  • Yazarın fotoğrafı: Hande G
    Hande G
  • 30 Haz 2019
  • 6 dakikada okunur

Bugün değerli olmanın ne demek olduğunu düşündüm hep. Değerli olduğunu düşündüğümüz şeyler bir şekilde bize fayda getiren şeylerdir aynı zamanda. Bu değerli şeyler biz doğmadan önce tespit edilmiş ve bize öğretilmiş de olabilir, ya da kendimiz de bir şeylerin değerli olduğuna karar vermiş olabiliriz. Ama sonuçta değerli bulduğumuz şeyin bir faydası vardır bizim için, doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü. Bu bir elmas, altın olabilir ve maddi fayda sağlayabilir ki dünyada en genel görmüş fayda sağladığı kesin bir temel değer bu maddiyat. Maddi değerler. Para, mal mülk her zaman için faydalı görülmüş ve besleyen olmuştur. Çünkü var olmak ve güvencede olabilmek, varlığı sürdürebilmek için bu değerlinin elde edilmesi ve ondan beslenilmesi çok fayda sağlar insana. Eğer insan bu şekilde kendini doymuş ve hayatta hissediyorsa bu değerler onun için fayda sağladığı en iyi besindir bünyesine katabileceği.

Bir de bazı insanlar vardır ki başka şeylere açtırlar. Kendilerinin var olduğunu canlı olduklarını hissedebilmek, yaşayabilmek için başka şeylerden beslenmek faydalanmak isterler. Onların en büyük değerlileri o yaşam kaynakları da bunlardır. Mesela duygular, mesela arzular, mesela düşünceler. Duygusal olarak uyarılma ve beslenme ihtiyacıyla hayatlarında bu duyguları ortaya çıkartacak her türlü araç onlar için değerlidir. Ya da arzulanan şeyler vardır ve bunların gerçekleşme arzusu için gereken her şey bir besindir, ve ondan faydalanmak için uğraşır ve onun en değerlisi o gibi görünür.

Mesela başarılı olma arzusu olan bir insan için buna ulaşmasını sağlayacak tüm gereçler çok değerli olabilir. Belki girdiği iş, meslek, çalışma şekli, saati.. Çünkü başarılı hissetmek uğruna ona en fayda sağlayacak şeyleri gerçekleştirmesi gerekiyordur ve bu da onun için değerlidir. Mutlu olmak istiyordur ve mutlu olmak demek ince bir bedene sahip olmak demektir belki de ve değer yargıları buna göre gelişmiştir. Ya da evli ve çocuk sahibi olmak en değerlisidir çünkü düşünceleri öyle öğretildiği için bu şekilde gelişmiştir ve kodlanmıştır. Belki bu şekilde mutlu olacaktır, belki bu şekilde bir yere ait olduğunu hissedecektir, belki, bu şekilde toplum tarafından iyi biri olarak algılanacaktır, belki o zaman hayatta başarılı olmuş hissedecektir, belki o zaman yalnız olmadığını hissedecektir, belki o zaman özgür olduğunu hissedecektir, belki o zaman doğru yolda olduğunu düşünecek ve hissedecektir, belki o zaman hayata bir şey kattığını düşünecektir ve anlamlı olduğunu hissedecektir, belki belki belki….

Tüm hissetmek istediklerimiz, düşündüklerimiz, arzularımız, hayallerimiz geçici veya kalıcı, doğru veya yanlış, iyi veya kötü fark etmeden bir şeyler talep ediyor. Bana beslenebileceğim bir şeyler getir diyor bize. Benim için değerli bir şey olsun ve ben onlardan besleneyim ve var olmaya devam edebileyim diyor. Biz bu değer yargılarını kendimiz için zannederek sahipleniyor ya da oluşturuyoruz ve bir şeyleri büyütüyor ve var ediyoruz. Bazılarımız bir ömür böyle yaşamaya devam edebilirken bazılarımız tatmin olmamaya başlıyor. Bir gün o ulaşmak istediği kariyer basamaklarının ucuna geldiğinde tatmin olacağını sandığı başarı duygusu ve mutluluğu bulamayabiliyor. Ya da değerli olduğunu sandığı tüm sahip olduklarının ona bir şey katamadığını görebiliyor. Bazı insanlar için böyle iken bazıları için neden böyle değil diye düşündüğümde aklıma gelen şey, bazılarının o arzularının ve düşüncelerinin doyurulamayacak kadar aç ve derin, köklü olması olabilir diyorum. Bazılarının ise değişmesinin nedeni belki doyduğu zaman daha derinlerde bekleyen daha aç bir şeyle karşılaşması olabilir. Var olma dürtüsünün en derinlerine indikçe açlık, beslenme ihtiyacı belki değişmiyordur ama içimizdeki aç olan ve var olmak isteyen o şey her ne ise o değişiyordur, ve değerlilerimiz de bu yüzden değişiyordur. Aslında var olduğumuz sürece beslenmeye ve bir şeyleri değerli görmeye devam edeceğiz. Oysa o değerli bulduğumuz şeyler hep değişiyor ve onlara o değerleri biz biçiyoruz. İçimizdeki beslenmek isteyen şeyin ihtiyaçları için biz biçiyoruz. Bir denizde yaşıyoruz. Aslında yanlış söyledim. Sonsuz bir denizde yaşıyoruz. Öyle ki, yaşadığın denizi sen ne isen öyle belirliyorsun. Bu maddeler denizi olabilir, duygular denizi, fikirler, düşünceler denizi, bir eter denizi, ya da ruhlar denizi ve daha niceleri. Birbirlerine geçen bu denizler kat kat koca bir okyanusu oluşturuyor da olabilir ve sen onun ne tarafında, derinliğinde, katında yüzeceğine karar verebilirsin. Sen nerede var olabileceğini zannediyorsun? Besinlerini nerede bulabilir ve nerede nefes alabilirsin? Orası senin için en değerli yer. Yani yaşayabileceğini zannettin yer en değerli yer. Yani yaşamın hep değerli aslında. Yaşam hep değerli. Ama senin için öyle ve o şekilde. Değer dünyası sadece değerli yaşamının bir yansıması ve değerli bulduğun araçlar ile seni o okyanusa bağlı tutuyor sadece. Maddiyat ve maneviyat sadece var oluşun farklı katmanları. Bir insanın çok para istemesi kadar çok bilgi istemesi de değerli, bir ihtiyaç olabilir. Herkes kendine uygun olan şeyleri değerli kılar ve onlardan beslenmek ister, var olabilmek için. Bir insanın para sahibi olma arzusu ile bir insanın ilham arzusu arasında ne kadar fark var düşünüyorum. Bir insanın fikirlere açlığı da açlık değil mi? Ya da daha soyut şeylere olan açlık. Bir insanın bedeninin onun için mutluluk kaynağı olması nedeni ile en değerli şeyi olması gibi, bir insanın ruhunun onun için mutluluk kaynağı olması nedeni ile en değerli şeyi olması arasında ne kadar fark var? Mesela bir insan bir yerde toprağın altında içi elmas ve altın dolu bin yıllık bir sandık bulurken, bir başkası bir yerde toprağın altında bin yıllık kutsal hayatın sırları ile dolu bilgece bir bilgi kitabı bulduğunda hangisi hangisi için daha değerli kim bilebilir ki. Hepsi de var oluşa ve hakikate ait değil mi sonuçta? Hepsi hem var hem yok değil mi zaten?

Sadece şu var ki, hangisinin mutlak olarak değerli olacağı değil önemli olan. Değerler hep değişiyor, algılar hep değişiyor. Ve değer algıları yaşam alanlarını ve insanları etkiliyor. Ne olduğumuz ya da olabileceğimiz ve nasıl bir hayat yaratabileceğimiz tamamen neyin değerli olduğuna karar vermekle alakalı. Tamamen dürüst olmakla alakalı. Tamamen kendini bilmekle alakalı.

Bir zamanlar yazdığım bir hikaye vardı. Şu an tamamını burada yazmayacağım ama kısaca bahsetmek gerekirse. Bir zamanlar bir balina yavrusu varmış. Bu balina yavrusu suda yüzerken çok zorlanırmış, ve bedeni hep yara bere içinde kalırmış. Sanki yaşamak bir ızdırap imiş. Neden etrafındaki herkes çok kolaylıkla yüzebilir, yaşayabilir ve mutlu iken kendi bu kadar zorlanıyormuş anlamıyormuş. Bir yerden bir yere gidebilmek ızdırap oluyormuş. Ve herkes onunla dalga geçiyormuş. Ve bu yüzden kendini çok da yalnız hissediyormuş. Yaşamak böyle bir şey miymiş ki? Ama neden bir tek kendi böyle düşünürken kimse farkında değilmiş ki? Sonra bir gün bir şey olmuş ve suda gitmeye çalışırken önünde açılan kocaman kapı gibi bir şey görmüş, ve ardında ilk defa fark ettiği bir derinlik, uçsuz bucaksız bir su yığını varmış. O an balina bunun farkına varmamış ama olan şuymuş ki. Aslında balina yavrusu bir nehirde yaşıyormuş ve hayatında ilk defa bir denize ulaşmış. Bir anda kendinin ne kadar hafif olduğunu fark etmiş. Bedeninin ilk defa acı çekmeden yüzdüğünü fark etmiş. Ve ne kadar hızlı olabildiğini fark etmiş. İlk defa yukarı ve aşağı yüzebildiği bir derinlik olduğunu fark etmiş. Ve derken ilk defa bu kadar büyük balıklar görmüş hayatında. Şu ana kadar gördüklerinin yanında bunlar devasa imiş. Çok mutluymuş çünkü özgür olduğunu ve yaşadığını ilk defa fark edebilmiş. Ve o an anlamış aslında kendinin ne kadar büyük olduğunu ve sorunun kendisinde değil yaşadığı yerin ona uygun olamayacak kadar küçük olduğunu. Kendini küçük bir balık zannederken aslında çok güzel devasa bir balina olduğunu anlamış. Ve yaşamının bu kadar ızdıraplı zorlu olmasının tek nedeni aslında kendini bilmemesiymiş.

Kendini besleyemeyeceği fayda sağlayamayacağı bir yerde yaşamaya çalışmak insanın var oluşuna ters alında. Ve orda yaşamak zorunda ise yapabileceği şey oranın değer yargılarına uyum sağlamak. Ama asla oradan fayda sağlayamayacak ve gerçekten var olamayacağı için yaşıyor sayılmayacak. Ve insan ister istemez ne alıyorsa kendini de o değerde sayıyor. Oysa çok daha değerliyiz. Ve en değerli şeylerimizi kendimizi keşfettiğimiz gibi keşfetmeliyiz. Birilerinin değerli olduğunu söylediği geçici pırıltılara kanarak onları kabul edip değerimizi o şeylerle biçip sınırlandırmamalıyız. Gerçekten ne ise onu bulmalıyız. Yeter ki samimi olsun, yeter ki bizim için doğru olsun. O an ne isek değerlilerimiz o olsun, başkalarının ki değil. Çünkü bu okyanus çok büyük, ve olmadığın yerlerde yüzerek zaman harcamamalısın, nereye aitsen, ya da nereye ait hissediyorsan, nerede var olacağına inanıyorsan oralarda yüzmelisin, böylece değerini gerçekten yaşayabilir ve yaşatabilirsin. Ve kim bilir, bugün böyle yarın öyle olursun ve çok başka yerlere de gidebilirsin.

Bugün kendimize dürüst olamadığımız için, kendimizi bilemediğimiz için başkalarının arzularını, fikirlerini ve hayallerini yaşıyoruz hepimiz. Kendi arzularımızı ve hayal kırıklıklarımızı belki de oluşturduğumuz bu değer yargıları ile çocuklarımız üzerinden gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Çünkü biz yetişkinler için kıymetli olan şeyler kalıplaşmış bir şekilde belli ve bunları kendi çocuklarımıza da aktarma niyetindeyiz. Zannediyoruz ki en değerlilerimizi onlara veriyoruz, neden, çünkü onları seviyoruz. Evet, bizim için değerli olduğunu sandıklarımız gerçekten çocuklarımız ve gelecek nesillerimiz için değerli mi? Bu değerli sandıklarımız gerçekten onları besleyen, fayda sağlayan şeyler mi? Bizler onların adına nasıl karar verebiliriz ki? Onlara ne olduklarını nasıl söyleme hakkına sahip olabiliriz ki? Sevdiğimizi sandığımız çocuklarımızı nasıl bu kadar kullanabiliriz ki? Kendi arzularımızı beslemek uğruna her birini bir projeye çevirdiğimizi, ve kendi sahte değerler dünyamıza hapsettiğimizi görebilecek miyiz? Onlar kendi değerlerini keşfetmeli ve okyanusun ne kadar engin olduğunu bilmeliler. Ve ne isterlerse olabileceklerini. Bizim değersiz bulabileceklerimizi bir gün değerli bulabilirler. Bizim uğruna savaştıklarımıza bir gün gülebilirler. Bizim bırakmak istemediklerimizden kurtulmak isteyebilirler. Bizim kurduğumuz medeniyetlerden çok farklı medeniyetler kurabilirler. Her şey olabiliriz. Herşey..Yeter ki değerleri sabitlemeyelim. Ve istesek de sabitleyemeyiz. Yaşadığımız bu günlerde Uranüs Boğa burcunda iken zaten bütün değer yargılarının kökten sarsılacağı bir dönmedeyiz. Ve Güney ay düğümü Satürn ve Pluto oğlak burcunda kavuşumları ile geçmişten, kökten sahip olduğumuz temellerin, yapıların inşa ettiğimiz her ne var ise hepsinin bu sarsılmayla birlikte dönüşeceği bir dönemdeyiz. Bugün bizi koruduğunu sandığımız o duvarlar belki de yarın bizim hapishanelerimiz olacak, ve bizlerin bir nehirden çıkıp derin denizlere ulaşmamıza engel olacak bu duvarlar. Kim diyebilir ki kendimize ördüğümüz en güvenli sığınak bizim var olmamızı sağlayan en değerli şey. Sonsuza kadar oraya sığabilir miyiz? Biz sığsak bile bizden sonra gelecekler, çocuklarımız sığabilir mi?

Bizim için değerli olan şey, fayda sağladığımız ve beslendiğimiz şey. Ve neyle besleniyorsak oyuz. O değerli şey kendimiziz. Yeter ki görmek isteyelim, sarsılmaya ve silkelenmeye izin verelim ve teslim olalım asıl kendimize.

 
 
 

Yorumlar


© 2023 by The Artifact. Proudly created with Wix.com

bottom of page